8 Aralık 2010 Çarşamba

Bir Türlü Çözemediklerim

- Kızlar neden dışarıda gezerken el ele tutuşurlar?

- Akşam çekmeceye yatmadan önce koyduğumuz adaptör, kulalık, şarj cihazı gibi kablolu aletleri sabah nasıl olur da birbirine dolanmış bir şekilde buluruz?

- Kadınlar sevgililerini aldattıkları adama sevişirken neden "aşkım" "hayatım" "sevgilim" diye hitap ederler?

- İnsanlar neden karşısındaki insanınyetenek, bilgi, karakter gibi özelliklerine aldırmadıkları halde "ben kimsenin tipine bakmam önce içi güzel olsun" diye bir yalan söylerler.Bu yalan 90 lı yılların başından beri süre gelen en klasik yalanlardan biri haline gelmiştir.

- Çiftler ayrıldıktan sonra neden ısrarla arkadaş kalmaya çabalarlar.Üstelik bunu çok harika birşey başarıyormuş gibi her fırsatta arkadaş çevrelerine söylerler.

- Kadınlar neden sevgili olmayı düşünmedikleri erkeklere "seni asla kaybetmek istemiyorum" "benim için çok değerlisin" "hayatımdan sakın çıkma" gibi fatal cümleler kurarlar? Not:Asla bir erkeğe bu cümleleri kurmayın! Dürüst olup istemediğinizi ya da beğenmediğinizi söyleyin inanın çok daha az incitir.

- Gece normal bir şekilde sorunsuz çalışan bilgisayarlar(PC=problem çıkarma kutusu)neden sabah uyanıp düğmesine bastığınızda bir yeri bozulmuş bir şekilde açılır ya da her yerinden iletiler fışkırır?

- 25-35 yaş arasındaki bekar erkekler, eğer ki düzgün bir çalışma saati ve maaşı varsa neden Tv açık veya pc de daha önce kırk kere izledikleri bir filmi yeniden izleyerek uyumayı tercih eder? Not:Bunu yapmaya başlayan bir erkeğin evlenme zamanının geldiğini de kolayca anlayabilirsiniz.Ayrıca 35 yaş geçilip evlendikten sonra bu durum sadece TV başında kumanda elinde uyumak şeklini alır :)

- Kadınlar neden Tv gibi elektrikli/elektronik aletlerin üzerine örtü serer?

- İki bayram arası neden evlenilmez? (bu inanışı cidden biri bana açıklasın :))

23 Temmuz 2010 Cuma

AMOR FATİ - NİETZSCHE

Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır.
Güneş onu yakıp kavurur.
O da Tanrıya yakarır keşke güneş olsaydım diye.
"Ol" der Tanrı. Güneş oluverir.
Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz.
Bulut olmak ister. "Ol" der Tanrı. Bulut olur.
Rüzgar alır götürür bulutu, rüzgarın oyuncağı olur.
Rüzgar olmak ister bu kez. Ona da "Ol" der Tanrı.
Rüzgar her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur.
Herşey karşısında eğilir.
Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar.
Ordan eser burdan eser, kaya banamısın demez!
Bildiniz, Tanrı kaya olmasına da izin verir.
Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı...
Sırtında bir acı ile uyanır....
Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır. ..

(Kaderini sev-belki seninki en iyisidir)
İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor.

Sevilmekten korkuyor kendisini sevilmeye layık görmediği için.

Düşünmekten korkuyor sorumluluk getireceği için.

Konuşmaktan korkuyor eleştirilmekten korktuğu için.

Duygularını ifade etmekten korkuyor reddedilmekten korktuğu için.

Yaşlanmaktan korkuyor gençliğinin kıymetini bilmediği için.

Unutulmaktan korkuyor dünyaya iyi bir şey vermediği için.

Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.

W. SHAKESPEARE


CEVAP:

Artık'
İnsanların çoğu sevmeye gerek görmüyor kendilerinden başkasını sevmedikleri belki de sevemedikleri için

Sevilmekten korkuyor nasıl birşey olduğunu bilmedikleri için

Düşünmeye gerek görmüyor hazıra alıştıkları için

Konuşmaya gerek duymuyor zaten her zaman birileri onların yerine konuştuğu için

Duygularını ifade edemiyor kalpleri taşlaştığı ve tek bildikleri duygu nefret olduğu için

Yaşlanmaktan korkuyor kazandıklarını diğer tarafa götüremeyecekleri ve kaybetmeyi göze alamadıkları için

Unutulmaktan korkuyor ölünce asla hatırlanmayacaklarının çok iyi farkında oldukları için

ve William; işte burda haklısın

Ölmekten korkuyor yaşamayı bilmedikleri için hatta belki de yaratıcılarına hesap gününde boyuları eğik olacağı için

6 Nisan 2010 Salı

Kızıl Günahlar Nehri

"gideceğim buralardan" dedi serseri ruhum.tüm ışıltısıya ve öfkesiyle gözlerimin içine bakıyordu.aslında derinlerde bir yerlerde gizliyordu benden kırgınlığını.biliyordum, ama bu sefer haklıydı.WASP ın the idol şarkısını her dinlediğinde yalvarırcasına bana "noolursun gidelim.görmüyor musun?biz buraya ait değiliz" derdi.susardım, zavallı dudaklarım cevap veremez büzülürdü.Belki de şarkılarda saklanıp kalmış bir nota olduğum için böyleydik.O çok maviydi.Bense arada sırada kalbimi dinlerdim.o ise çok beyazdı.İkisi çok farklıı karakterlerdeydi.Asla anlaşamazlardı.Neden mi notalar, porteler...kendimi bir tek böyle ifade edebiliyordum sanırım.Kelimeler artık bana çok yabancıydılar.Neden cümle kurmakla uğraşayım ki?

Yakınıyordu işte küfürler savuruyordu kader denen fahişeye her zamanki gibi.Benim için çok bilindik bir manzaraydı artık bu.Bir senyo koymuştu şarkımın bir yerlerine küçük fahişe.Hep tekrar ediyordu durmadan.Başa dönüyordum aynı ezgiyi yeniden ve yendiden çalmak zorunda kalıyordum.Eskiden neden diye sorardım.Biliyorum ki artık "neden"ler anlamsız ve asla bir sonuca ulaşmıyor.Sorgulamaktan vazgeçtim."neden, niye" kelimesi bikaç yıl önce beni ilk terk eden keilmeler olmuştu.

"Sen gelmezsen ben gideceğim" dedi buralardan.Ruhumu bırakırsam kendi benliğimi de kaybederdim biliyordum.O yüzden sözünü tutmak zorundaydım.Pek gönüllü değildim.O kadar canım yanıyordu ki bunu yapmak zorunda olduğum için.Yitik bakışlarımdan birkaç damla süzüldü o anda.Aslında o damlalar bana ait değildi.Bir başka kalbe aitti.Çok uzaklarda bir yerlerde bir kalbe.Kendini simsiyah bir perdeyle örtmüş bir meleğe aitti.Uçmasını bilmediğine inanan bir meleğe.Bense uçmayı her zaman biliyordum.Ama bana hiç beraber gel de uçalım diyen biri olmamıştı ki.Tek başıma defalarca bulutlara dokunmuş güneşi kanatlarımda hissetmiştim.Tek başıma bir anlamı yoktu.Yağmur yağmaya başladı.Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken yağmura karıştı.Nehir olup akıyordu.Biliyordum sahibine gidiyorlardı.Canımın acısı daha da artmıştı.Nehri takip edip ona ulaşacağımdan emindim.Ama bunu yapmamalıydım.O siyah örtüsünü kaldırana kadar güzel dudaklarına dokunamazdım.Yasaklıydı onlar.Yine de denemeliydim.O anda ruhum kolumdan tutup beni ayağa kaldırdı."Ne duruyorsun hala inandığın şeyin peşine git hadi.Ben sana böyle mi öğrettim.Seninleyim."Peki ama bu havada uçamazdım ki.Nasıl giderdim ona?Kanatlarımla suya girersem boğulur ölürdüm.Ama bir yolu vardı."Kopar hadi kanatlarımı" dedim ruhuma.Kopardı kanatlarımı.Sırtımdan kanlar fışkırıyordu.Kanlar suya aktıkça nehir kızıla boyandı.Tanrının bana verdiği bu hediyeyi hiçe sayıp ona ulaşmak için koparmıştım.Ben bir günahkardım artık ve günahlarım akıyordu bedenimden gözyaşlarımın karıştığı nehrime.KIZIL GÜNAHLAR nehrine.Eksiktim artık ben.Yarımdım.Diğer insanlardan biriydim bu halimle.Ya beni istemezse bu halimle?Korkuyordum ama cesurdum.

Fırtına çoğaldı, şimşekler çaktı, yıldırımlar düştü.İçimdeki yanardağı gürültüyle uyandırdı ruhum.O anda ayağa kalktım.Acımı hissetmiyordum.Nehre girdim.günler geceleri kovaladı.Tüm gücümle yüzdüm...

O uçmasını bilmeyen bir kirlenmemiş melek.bense ona ulaşabilmek için son enerjisini kullanmış bir mavi ruhtum.Ona ulaştığımda bana baktı dehşetler."Ne yaptın kendine?"Herşey inandığım şey içindi.Kopardı kanadının birini bana verdi.Çok canı yanmıştı.Acılar içerisindeydi.Gücüm kalmasa da bu şekilde yaşamayı becerebilirdim.Ancak onu bu şekilde görmeye dayanamazdım.Ölüyordum.Ama mutluydum.Bana kendi kanadını vermişti çünkü.

Yağmur dindi güneş açtı.Tanrı asil ruhumu alması için cennetin süvarilerini yolladı ve beni yanına kabul etti.Artık bulutlara dokunmam için kanatlarıma ihtiyacım yoktu.Ruhumu bedenimden ayırdılar.O son yolculuğuna, ait olduğu yere gitti.Bedenim ise toprağa karıştı....Seren Görkem Üren......

17 Şubat 2010 Çarşamba

Saat 00:28…Aklımdan geçerken düşünceler yakalamaya çalışıyorum. Bir ezgi yankılanıyor odamda. WASP tan Sleeping in the Fire ile başladım Dream Theater’dan Finally Free ve Space Dye-Vest ile devam ediyorum. Aslında düşüncelerimi sadece notalara aktarabilirim şu an ne kelimeler ne cümleler ne de sözler yetmez. Ancak yazmak zorundayım...
Sigaramın dumanı arkasından akıp giden düşüncelerimi okuyorum becerebildiğim kadar. Kimse yok yalnızlığımla yine baş başayım hep olduğum gibi. Ruhum mavinin her tonunda ışıldıyor bir kez daha.
Dün gece bir, çok yakın arkadaşım Buketten fırça yemiştim. Bana şunları söylemişti.
“Hayatında bir kere de plan yapma ve noolursun sana yalvarırım düşünmeden bir şey yap içinden geldiği gibi. Bugüne kadar yetmedi mi olanlar? Senin asla yıkmadığın tabuların ve prensiplerin var. Asla mutlu olamayacaksın. Bir kez olsun beni dinle ve düşünmeden hareket et içinden geldiği gibi…”
Haklıydı ben hep planlıydım ve hayatımı mükemmeliyete adamıştım. Hep istediğimi elde ettim. Ama asla kadere engel olamadım. Senin inanmadığın o şeye...
Şu anda çalan solo aslında her şeyi anlatıyor, içimden kopup giden o şeyleri ifade etmeye…
Xxxxx! Bu sana anlatacaklarımdan sonra bana nasıl davranırsın bir fikrim yok ve açıkçası umurumda da değil. Ben zaten kaybedeceğimi kaybettim. İçimdeki mavi denizler dondu ve ruhum şu anda buzlarla kaplı. Beni zorlu bir gece bekliyor. Ağlamasını becerebilsem yapardım ama ben ağlayamayanlardanım. Merak etme yapmayacağım da.
Az önce arkadaşımla yaptığımı söylediğim konuşma senin üzerineydi. Günler günleri kovaladı ve hislerim senin hakkındaki kendi yolunu buldu. Sana bu gece anlattığım ya da anlatmak istediğim şey… Bir insan bu denli hissetmeden böyle bir şarkıyı nasıl yapabilir ki? Gizemden sonra ben kimsenin yüzüne bakmadım. Arkadaş çevrem yanlış yaptığımı söylüyordu. Sonunda bir kez olsun dedim yap. Evet, sana ben âşık oldum mavi meleğim. Affet beni ancak engel olamadım. Ben hayatımda 2 yıl sonra birine âşık olmaktan korkmuyorum. Kaybedecek hiçbir şeyim yok artık, kalmadı. Sen benim için hep çok özeldin ve öyle de kalacaksın. Bana bir şey gösterdin. Yeniden birini sevebileceğimi. Senin için aklımdan geçeni yazıyorum şimdi hislerimi.
Bir hükümdarlık düşün. Uçsuz bucaksız diyarlar boyu toprakları olan. Elmastan bir şato ve sen de buranın kraliçesi. Mutlu insanların buzdan kraliçesi. Kralsız prenssiz. Emrinde binlerce uğrunda öl deyince ölebilecek askerleri olan. Tahtında yalnız. Bense bir kılıç. Dünyanın en keskin en harika en görkemli kılıcı. Nice orduları dize getirmiş kanlar içmiş. Ben senin tahtının yanında duruyorum. Ben senin ellerinde güçlüyüm. Bunları düşündüm hep gecelerce…
Şarkını ne olursa olsun yapıp vereceğim sana. Seni tanımak ve bunları hissetmek benim için bir onurdu. Ne bir beklentim var ne de bir kırgınlığım. Sen nasıl devam edersen bundan sonra öyle olacak. Bunları da bir daha ne yazacağım ne de dile getireceğim. Tüm kalbim senindir karakterinin önünde diz çöküyorum.
Dream Theater Space Dye-Vest biterken tüm içimdekileri anlatamasam da bu Low Mans Lyric tadındaki yazıyı noktalıyorum.Affet beni….Özür dilerim….Bana kafede açıkça söylediklerin için de kendini suçlama.Bilemezdin…







İlk kapıdan girdiği günün üzerinden yaklaşık 3 ay kadar geçmişti. Havalar iyice soğumaya başlamıştı. Ancak ben nedense içimde bir yerlerde sıcacık şeyler hissediyordum anlam veremediğim. O gün daha ona ilk baktığım anda içimden bir şeyler bana farklı olduğunu fısıldamıştı. İşin ilginci aynı şeyleri kendi içindeki de ona söylemişti. Birbirimize benzediğimizi ve özel olduğumuzu o anda anlamıştık. Ancak işte hep dediğim gibi mantığın adamı olan ben bu fısıltıları yine duymazlıktan gelmeye inat etmiştim. Yıllar önce kalbimi beton bir yığın içerisine gömmüş ve onu karanlık dört duvar arasında aç susuz öylece bırakmıştım. Gecelerce çığlıklarını dinlemiş ve bu yaptığımla gurur duymuştum. Ancak ne kadar bu böyle olmuş olsa da bana bir kere daha bulunduğu o fare deliğinden bir şeyler anlatmaya çalışmıştı. Haklıydı da. Ama ben bunu kabullenmek istememiştim.
Buket’le konuşmamdan bir gün sonraydı. O konuşmada kafamı kurcalayıp beynimi bir mermi gibi delip geçen bir şey de söylemişti.”Yarın bir gün böyle beklemeye devam edersen sana birinden hoşlandığını anlatacak bu çok mu hoşuna giderdi?”Bu cümle beni adeta deliye çevirmişti. Bir önceki o beraber geçirilen akşamın hala sarhoşluğu üzerimdeydi. Ellerine dokunabilmiştim. İlk defa. Boynuna sarılabilmiştim. İlk defa. Ellerine dokunduğum o an hissettiklerim paha biçilmezdi. Eşi benzeri yoktu. Sanki bulutlara dokunuyordum. Sonsuz karanlığımı yarar geçercesine bir tatlı aydınlık; içimdeki o yanardağı sonsuza dek sustururcasına bir huzur vardı o dokunuşta benim için. Uysallaştırılmış bir hayvandım onun yanındayken sanki. Tüm endişelerim yok olup gidiyordu hayata dair. O benim uyuşturucumdu ve her seferinde ona biraz daha fazla alışıyordum ondan her bir doz daha aldığımda… Birçok şeyden kaçılabilirdi hayatta. Ama insan kendinden, kendi gerçeğinden kaçamazdı. Bunu en iyi bilenlerden biri de bendim üstelik. Ancak bu tanıdık duyguyu kabullenmek istememiştim uzun zaman sonra. Kendi açımdan çünkü bu bir zayıflıktı ve olanaksızdı. Olmamalıydı. Kendimi iyi tanıyordum ve bazı şeyleri kabullenmek zorunda olduğumun artık farkındaydım.
Saat 21.00. Yatakta öylecesine uzanmış bilgisayarın boş ekranını izliyordum. Hislerimde tanımlayamadığım, adlandıramadığım bir tuhaflık hâkimdi. Evde yalnızdım. Eski dost Kargo’dan birkaç tanıdık şarkı çalıyordum. Sonra seslice konuşmaya başladım Tanrıyla. “ Bugüne kadar belki de beni hep korudun. En az zarar göreceğim biçimde sıyrılmamı sağladın. Haydi! Bir kez daha benim yanımda ol ve bana mucizeni göster.”5 dakika geçmeden ekranda onun ismini gördüm. Heyecanla koşup baktım. Evde canı sıkıldığını ve benimle dışarıda gezmek istediğini söylüyordu. O anda şükrettim evet belki de bu bir mucizeydi. 22.00 gibi buluşmaya anlaştık. Sarhoşluğum daha da artmıştı. İlk defa bir akşam vakti baş başa sokağa çıkacaktık. Nette gördüğüm bu durumu bilen uzun yılların eskitemediği çok yakın bir dostuma anlattım. Bunun belki de beklediğim mucize olduğunu söyledim. Bana yapmam gerekeni bildiğimi ve gidip sadece yapmamı söyledi. Evet, daha önce yaptığım bazı hataları bir kez daha tekrarlayamazdım. Asla bugüne dek pişman olmamıştım onun yerine yaptığım hataları kabullenmiştim. Çünkü benim için pişmanlık sadece aptalların kendini teselli etme yöntemiydi. Aynı yanlışları yeniden yapsaydım hem kendimi affetmez hem de diğerlerinden bir farkım kalmazdı. Bu kez kaderimi yönlendirmeliydim. Manowar’dan Mountains la kendimi hazırladım ve hayatın tuvaline kaderimi resmetmek üzere evden çıktım. Yalnız unuttuğum bir şey vardı ki; o da tek fırçanın benim elimde olmadığıydı. Çok yukarılarda birileri benden önce çizmeye başlamıştı…

I have no fear
Death and glory
Both draw near
Like a man is a mountainside
Greatness waits for those who try
None can teach you, it's all inside
Just climb
Mountains – Manowar
Mc Donalds’ın önünde bekliyordum ama açıkçası tahammülüm kalmamıştı. O birkaç sayılı dakika benim için o denli uzun gelmişti ki. Saniyelere küfür edip kovalıyordum. Derken uzakta gözüktü masmavi bir parıltı. Bu oydu. Beni seçemedi önce. Çünkü daha önce hiç kimse için çıkarmadığı lensleri o anda yoktu. Yeşil yeşil kısık gözlerle bakıyordu benden içeri derinlerime. Bana bir söz vermişti. Benim için bir gün gelip kendi gözleriyle bana bakacağına. Sözünü tutmuştu. “Sana söz verdiğim gibi” dedi. “Olduğum gibi geldim. Lenslerim yok gözümde. Başka da daha önce hiç çıkarmadım kimse için.” Çok daha mutluydum. Biraz kaldırımları eskittik, biraz lafladık şundan bundan. Ama konuşulanları hatırlamıyorum ki şu anda bir türlü. Çünkü benim için önemli olan sadece yanımda olmasıydı. BENİM yanımda olması. Tüm gerçekliğiyle. Beynimde Axel Rudi Pell ve o eşsiz balladı... Forever Angel yankılanıyordu arka plandan, bana eşlik ediyordu. Yorulup bir banka oturduk. Gözlerinin içine bakmaya utanıyordum. O denli güzellerdi ki. İyice içinde kaybolup gitmekten korkuyordum. “Bak sana filmler getirdim nasıl seversin bilemiyorum tarz olarak ama bir izle bakalım ben bunları seçtim senin için…” Söyledikleri de umurumda değildi ki. Umurumda olan tek şey lanetli başımı omzuna yatırabilmekti ve de tabii ki kalbimi.
Masmavi derinliklerinde boğ beni meleğim.
Hadi ne olursun yap. Sana ait olmak istiyorum.
Zamana hükmediyorum. Dur! Ya şimdi ya da hiç…

Birkaç küçük yağmur damlası bozdu o harika anı. Bir kafeye gittik ve oturduk. Artık tam zamanıydı. Ya o anda yapacaktım ya da asla yapamayıp pişmanlıktan kaçan bir yanılgı olarak tarihe yazılacaktım. Ruhumun yanardağı sonsuza kadar da yanmaya, içimdeki hasatçı tarlalarda aşk sarıp içen benleri her seferinde toplamaya ve dağımın eteklerinde ayinler eşliğinde yakmaya devam edecekti. Önce ona ileride bir sürprizim olduğunu söyledim. Daha önce hiç kimsenin vermediği bir hediye verecektim. Ölene dek onun olacak asla bitmeyecek, eskimeyecek, her zaman beni hatırlatacak. Gözlerimi kapatıp da o ilk notaya basmış ve sadece onu düşünmüş, sonunda da ona ait bir şarkı yapmıştım. Bunu duyduğunda boynuma atlayıp sarıldı. Ama anlamış gibi görünmüyordu. Oysaki bir insan bir başkası için bu denli hissetmeden nasıl böyle bir şey yapabilirdi ki? Bana daha sonra çok mutlu edecek mükemmel şeyler söyledi. Beni asla kaybetmek istemediği her zaman her halinden belli oluyordu. Ancak benim içinse durum farklıydı. Ya tamamen kazanacaktım ya da tamamen kaybedecektim.
Kader bir fahişe, bense onun yollarında sürgüne vurulup kırbaçlanmış bir lanetli savaşçı. Çanlar çalıyordu. Az sonra olacakları hissetmeye başlamıştım. Nasıl neden hiç bilmiyorum. Derinlerimde bir yerlerde o tuhaflığı sezdim. Çığlıklar duyuyordum kulaklarımda. O anda korktuğum oldu.”Sana bir şey söylemem gerek ama çok utanıyorum” dediği anda bir giyotin kesti attı kalbimi ortadan ikiye. Kanlar içinde kalacaktım saniyeler sonra bunun farkındaydım. Kaçınılmaz son gelmişti.”Dur sakın söyleme. Biliyorum ne diyeceğini. Benim yakın bir arkadaşımdan hoşlandığını biliyorum.”Gözlerime baka kaldı hayretler içindeydi. O rahatlamıştı ama anlam veremiyordu aynı zamanda nasıl bilebilirdim ki? Ama ben onu hissedebiliyordum. Tek aklımda kalan telefonuma sarılıp kendimi bir bahaneyle dışarı attığımdı. Ancak olanlar yetmiyormuş gibi şuursuzca aradığım çok yakın birkaç arkadaşıma da ulaşamıyordum. Yalnızdım. En sonunda Ayşe telefonu açtı. Anlattım ama anlatmasaydım beki de daha iyiydi. Çünkü konuşamıyordu. Sesi kesildi ben devamlı ”Şimdi ne yapacağım ?” diyordum. O ise susuyordu. En sonunda git ve anlat her şeyi dedi kurtul bundan. Yapmam gereken belliydi.
Eve bıraktım onu elimde filmleri yağmurda geri döndüm. Zaman işte şimdi durmuştu. Sinirliydim. O yüzden ağlayamıyordum sadece küfür ediyordum o kadar. Kadere Tanrıya evin duvarlarına. Oturup yukarıdaki mailı yazdım ve ona gönderdim. Son konuşmamızda içimde ne varsa ona karşı döktüm ve onunla bir daha görüşmemek üzere bende olan her şeyini sildim tamamen. Sildim aslında yanlış kelime. Çünkü o akşamla beraber içimden bir parça koptu kanlar içinde gitti. Söylediğim son cümle şunun gibi bir şeylerdi.
Senin gibi bir kıza yıllar sonra âşık olduğum için kendimle gurur duyuyorum.
Bana yeniden birini sevebileceğimi kanıtladın sen.
Bir kez daha sana şunu söylemek istiyorum çünkü son kez belki de
“seni çok seviyorum”
Evet, yıllar yıllar sonra bir ilk daha işte.
Bak ağlayabiliyorum yeniden.

Bu ona söylediğim son şey oldu. Hayatıma girdiği için ona teşekkür ediyorum. Sayesinde harika bir şarkı yarattım. Onu asla unutmayacağım. Mavinin her tonundaki ışıltılarını… Günlerce sadece klavyemi çaldım ve becerebildiğim kadar ağladım. Bir şey ya vardır, ya da yoktur…

“Sizi öldürmeyen şey, güçlendirir.” Nietzche

Yazarken dinledim: Axel Rudi Pell:Forever Angel-The clown is dead-Eyes of the lost / WASP:The İdol / Dream Theater:Finally Free-Space Dye-Vest-Anna Lee / Amorphis:Silent Waters / Blind Guardian & Iced Earth: Fiddler on the Gren – Down Where I am / Iced Earth:A Question of Heaven / Manowar:Master of the Wind / Stratovarius:Coming Home - Years go By - Before the Winter / Steelheart - She's gone

1 Aralık 2009 Salı

Karanlıktan aydınlığa, aydınlıktan karanlığa… Ay güneşi, güneş de ayı, Tanrı bu muhteşem makine düzenini kurduğu ilk günden beridir kovaladı durdu. Zamanı dost bilip ona sığınanlar yağlı pis çarkların arasında küller gibi savruldu. Kader adlı fahişe şeytanla işbirliği yapıp da Tanrıyı sattığı günden beridir, bir direniş, bir başkaldırı hüküm sürdü bu kutsal mekanizmada. Ve o benim içimde şimdilerde. Yeniden…

Parlak ve ışıl ışıl orada bize bakıp gülümsüyor bütün albenisiyle. Bir hazinenin gökkuşağının hep altında olduğu hikâyeleriyle büyüyen bir ırk olarak sizleri fazla da suçlamıyorum aslında. Yargıladığım şey asla sorgulamayıp, bize bağışlanan en mükemmel ve paha biçilmez hediye olan zekâmızı kullanmamak. Bana göre aklını kullananlar ibadetini en iyi yapanlardır. “bana göre” diye bir cümleye başlayabilip fikrini söyleme becerisini gösterebilenler her ne kadar ayıplanan, dışlanan taraf olmuşsa da şimdilerde, ben yine de böyle düşünüyorum. Artık bizler bir avuç “Heretic’iz” bu yaşam oyununda.

Önce din yalanlarıyla kandırıldık. Çarpıtıldı, şekil değiştirildi, korkutulduk. Skolâstik düşüncenin ortaçağı adeta orta dünyaya çevirdiğini hepimiz az çok biliriz. Unutmayın ki şimdi o lanetlediğimiz satanizmin de ortaya çıkışında zamanın kilisesinin de parmağı var. Afaroz enterdil endülcans gibi yetkileri kendine nasıl bir zihniyet hak görebilir ki? Saruman? Darth Vader? Gargamel? Daltonlar? Papazlar? Sonra politika entrikalarıyla kullanıldık. Bilmeden, etmeden, anlamadan, kavramadan bir şeylerin peşine gittik. Ardından medyanın gözümüzü boyamasına izin verdik. Olmayanı olmuş, olmuşu da olmamış gibi görmemizi sağlayan bir illüzyona baktık. Beyaz cama baktık. Sayfaları çevirdik. Üzerinde kırmızı, mavi, yeşil, sarı bir sürü renk olan beyaz bir duvarı siyaha boyarsanız altındaki renkleri kapatır. Ama gerçek şudur ki beyaz aydınlığı siyah da karanlığı temsil eder. Renk olarak kabul edilmezler. Bizlerin hayatın gerçek renklerini objektif olarak kendi gözlerimizden görmemizi engellediler. Bizler hayatı başkalarının görmemizi istediği gibi gördük. Sizler Platon’un mağarasındaki zincirlenmiş duvara bakıp yansımaları izleyenlersiniz. Ve aşk… Pembe düşlerle oyalandık. Sevgi ve aşkın arasındaki farkı ayırt etmemiz engellendi. Aşk dünyadaki en güçlü uyuşturucudur. Bir kere aldınız mı daha fazlasını istersiniz. Sonra dahasını. Her şey size mükemmel gözükür. Sonra altın vuruşu yaparsınız. Bir gün gözlerini açtığınızda kendinizi bir hastane odasında bulursunuz. Önce ne olduğunu anlamazsınız. Aslında anlamanız gereken ne olduğu ve nerede olduğunuz değildir. Çevrenize baktığınızda ise sadece gerçek dostlarınız ve ailenizi görürsünüz. Aşk bir uyuşturucudur. Başladığında manik bittiğinde ise depresiftir. Sizi kandırmak için yeniden yoğrulup şekil verilmiş bir kimyasaldır. Âşık olmaktan size ve çevrenizdekilere zarar gelir. Uzak durun. Ama sevin. Sevmekten asla korkmayın. Kafanızdan çıkarmayın ki aşk bir gün biter. Sevgili keltoş yazar Haşmet Babaoğlu aşkın ömrünü en fazla 3 yıl olarak biçmiştir.

Kuklacılık. Bizler bazı akıllı geçinenler tarafından ellerine bacaklarına ipler bağlanmış kuklalar haline getirildik. Biliyoruz zaten dediğinizi hissediyorum. Önemli olan eğer farkındaysanız bir şeyler yapmanın da farkına varın artık. Eskiden bizler “ koyun gibiyiz derdik. Şimdi ise koyun bile değiliz. Kuklalarız. Şu seçenek de var tabi. At gözlüğüyle bakmak herkesin işine gelir. Bir şeylere çabalamak ise zordur. Bu yüzden bu şekilde mutluyum diyen varsa kendi seçimidir. Unutmayın ki cehalet mutluluktur. Ama diğer taraftan bir gün bunların hesabı sorulur. O yüzden şimdi siz günü kurtarmaya bakın.

Dışarıda bir kalabalık var. Sokaklar, barlar, kafeler bir sürü yaşam formuyla dolu. Belki evet size bu ağır gelecek. Ancak ben ve benim gibiler eğer insansak, diğerleri ne? Eğer onlar insanoğluysa ben insan olmaktan istifa ediyorum. Ancak bunu okuyan hiç biriniz bu yazdıklarımı üstüne alınmayacak ve “yürü be aslanım” diyeceksiniz onu da biliyorum. Kimsenin canını yakmazsa bu yazı, o zaman bana göre yazmamın da bir anlamı yok. Alın sıfatlarınız sizin olsun. Sınıflandırmalarınız sizin olsun. Ben hiçbir sınıfa ait olmak istemiyorum. Eğer illa ki beni bir sınıfa sokup sıfat takacaksanız herkese yapmaya uğraştığınız gibi, benim sınıfım heavy metal ruhunu, o ateşi hep içinde hissedenler sınıfıdır. Sizin asla dokunup, kirletip, bozamayacağınız ve sizin krallığınızı en çok tehdit edecek kitle. Bizimle iyi geçinmeye çabalamayın. Matrix filmi belki de bir hayal ürünü ve felsefe olabilir. Ancak ajan Smith, Morpheus’u yakaladığında onu şöyle diyordu.”Sizden tiksiniyorum. Sizler sadece bir virüssünüz.” Evet, bizler virüsleriz. Sadece çoğalacak konak hücre arayan, yıpratıp, yok eden organizmalarız. Bu hale getirildik. Herkes de buna göz yumdu. Yarattığınız düzen adını verdiğiniz şeye şimdi gururla bakın.

Üniversiteler ve okulların geldiği durum. Hesapta verildiği söylenen bana göre ise çöplük olan işe yaramaz binalar. Dahası artık üniversite hocalarının kendi egolarını tatmin ettiği, küçük yaştaki çocukların ilk ve ortaokulda yeteneklerinin köreltildiği, lise çocuklarının ise yarış atı muamelesi gördüğü çiftlikler. Babalarının uşakları ve kâhyalarıyla mutlular onlar. Kendi kurdukları, onlara göre süper işleyen, paylaşıma ve eleştiriye kapalı, boşa vakit harcama kurumları. Ben parlak bir ortaokul lise macerasından sonra makine mühendisliği bitirdim. Şimdi işletmeden yüksek lisansın sonlarına geldim. Bana kimse hikâye okumasın. Görmem gerekenleri gördüm. Gördüklerim bana yetti ve daha görmediklerim olduğundan da eminim kapalı kapılar ardında, örümcek ağı sarmış beyinler içinde.

Şimdilerde yavaş yavaş parlak zekalı, vizyon sahibi arkadaşlarım yurt dışına gidiyor. Bazıları ise yollarını arıyor. Ya kalıp adam edeceğiz, ya da kaçıp yeni bir hayata başlayacağız. Ancak virüs birsiniz ki çok hızlı yayılır. Ancak şimdilik en azından koltuğu kıçına yapışmış hatta götüne kaçmış çiftlik ağalarıyla imkânsız görünüyor. Bill Gates belki internet ilk olarak askeri bir amaç için kullanılmaya başlandıktan sonra bunu alıp insanlık için geliştirmeyi planladığında, yenilikler üretip, büyük bir heyecanla bize sunarken teknolojiyi ve kolaylıkları, önümüzdeki yol adlı kitabında da söylediği gibi umarım herkesin faydası ve rahatı için çabalamıştır sadece. Tamamen iyi niyetlidir. ( kitabı okuduktan sonra bu kadar da masum olmadığını düşünmedim değil yani açıkçası ) İnternetin sağladığı erişim kolaylığı, ticari başarısı, bilgi erişim hızı vb. bir sürü yararı kenara itilemez. Ancak bilgi çağı eski beton duvarları yıktıysa da şimdi de onun yerine camdan duvarlar yaptı. İletişim çağında iletişimsiz kaldık. Benim tek görebildiğim iletişim artık cep telefonumdaki mesaj gönderdiğim zaman aldığım “iletildi” raporum. Hepsi bu. Zaten yarısı porno sektörüne hizmet eden bir bilgi ağından ne beklersiniz ki?

Bu düzen korkarım ki bu şekilde böyle gidecek. Bu düzeni kuranlar tarafından düzülmeye devam edeceğiz. Ben ve benim gibi düşünenler ise ağızlarını her açtığında kafasının üzerinde inmeyi bekleyen sopalarla koltuğumuzda oturup mousumuzu tıklayacağız. İletildi raporları alacağız. Okullarda ders anlattığını sanan, yeteneksiz, donanımsız çiftlik kâhyaları ve uşakları tarafından bilgisizlendirileceğiz. Mousumuz her tıkladığımızda birilerine para kazandıracağız bilmeden. En yakınlarımız hatta ailemizi bile arayıp konuşmak, beraber zaman geçirmek yerine chat yapıp onlara kamera açacağız. Her milli maç kazanıldığı ya da kupa alındığında benzinimize gece yarısı zam yapılacak. Sevmek yerine âşık olacağız. Önce baş tacı yapıp sonra çiğnedikçe tadı kaçmış bir sakız gibi tüküreceğiz onu. Ekonomisi güçlü ülkelere bağımlı yaşayacak, devlet büyüklerimizin onların o ağdalı, cillop gibi, ay parçası kıçlarını yaladıklarında alkışlandıklarını izleyeceğiz. Her sene garip bir mikrop tarafından çeşitli hastalıklar çıktığına tanık olacağız. (deli dana-kuş gribi-kene-domuz gribi-?)Ve bu hastalıklar dünyada insanlara gündemdeki bazı şeyleri unutturacak. Amerikan hükümetinin “nükleer kitle imha silahlarının yerlerini tespit ettik” diyip de orta doğuyu delik deşik ettikten sonra “hala arıyoruz en kısa zamanda bulacağız” dediğine tanık olan bizler bakalım daha nelere de tanık olacağız. Caner’in Tülin’in aşkıyla kafasında bardak kırması heyecanla izlettirilen, Kral Tv tarafından sömürülüp kalitesiz müzik dinlemeye itilen, Ajdar gibi medya maymunlarıyla muhatap edilen, okullarında Atatürk köşeleri kaldırılan yeni kuşak bakalım ileride bizi nerelere getirecek. Aklınızda bulunsun bizler ayağa kalkacağımız günü beklemeye devam ediyoruz. Küçük bir hatanızı bekliyoruz çiftlik ağaları…

“And the guilty will bleed when the moment comes, they’ll be going to pay when it’s judgement day” IRON MAİDEN

31 Mayıs 2008 Cumartesi

Bu yazı tüm benimle birlikte çocukluğumu paylaşan, artık kaç yıldır arkadaş olduğumuzu bile tam olarak bilemediğimiz mahalle dostlarıma adanmıştır.Onlar anlamını ve değerini iyi bilirler bu şiirin.Kargo ve M.Ş.Ş.nin kaleminden


Bad’lik Amiri…


Dün gece senin hoşlanıdığın kadınla yattığımı sana nasıl anlatabilirim ?
Dün gece senin evleneceğin kadınla yattıgımı sana nasıl anlatabilirim ?
Soğuk bir ruzgar esti pencereme, tül perde genişlediŞişti, odanın içine...
Tıpkı bir balon gibi...Yayıldı...
Dün gece ona dokunduğumu sana nasıl anlatabilirim ?
Biraz şarap içtik..Ve bilirsin biraz dedikodu...
Aslında Chet Baker'ın bunla hiçbir ilgisi yoktu...
O ruj lekesi...Dağınık bir yatak..Sıcak bir gülümseme...Bunlara katlanabilir misin ?
Insanin kendisini önemesemesi; kendisinin kiralık katilidir .
Benciller ise yaşarlar...
Kimse suçlu değil aslında,Bu sadece üçlü bir oyun,
Ama ben anlattığım için suçluyum, biliyorum..
Bir yılan gibi girdi evime, yanıma uzandı, kolumdan zehirledi beni..
Her öpüşü ılık bir ölümdü sanki...
Yağmuru damarlarımda hissediyordum,Ellerim titriyordu, kusmak istiyordum, başım dönüyordu.Gözlerim kararmıştı !
Şimdi ben, zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim, şimdi ben...
Söylememek, söylemekten daha dürüst bir davranıştır.
( bütün gün burda sessiz sedasız evde oturdum )
Ve bu oyun üçlü oynanmaz
Sevgiyle yapılan hiç bir şey insana zarar vermez
( bir yerde bir kelebek ucuyordu )
Suçlu yok, yanlış var
( sus(?)tukça benim gerçekten içimden geçtiğini sessizce(?) nasıl izliyorduk ha ? )
Boşver, olmayanı arama..
( ay yansıyordu yataga...yatagın kenarındaki parkelere )
( bir telefon geldi )
Sana gülümsemesi senin için hayat, benim içinse ölüm demek !
( o günü anlatan bir-iki telefon..chicago'da yalnız bir gece)
( sen hiç bilme bunu )( dostum olabilirsin ..? )
Dün gece senin hoşlanıdıgn kadınla yattığımı sana nasıl anlatabilirim ?
( onun dışında sessizlik hakimdi )
Dün gece senin evlenecegin kadınla yattıgımı sana nasıl anlatabilirim ?
Daha da önemlisi...Bunu kendime nasıl anlatabilirim ?
( bunu kendime nasıl anlatabilirim ? aahh nasıl !? )
( traş olmak için berbere çıktım..atıldım, aynaya bakmadan.. )
Bacaklarından süzülen kanlar, yere damlıyordu..
( Mc Donald's dan bir menü söyledim )
Inan başka bir yalnız gece için, hiç bir açıklamaya ihtiyacım yok benim !
Aaaah !! Şimdi ben !! Zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim !
( şimdi ben ) ( zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim )
Aah şimdi been !! Zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim !
( şimdi ben )
Aaaah şimdi beeen ! Zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim !
Ölümle doğum arasındaa, o bilinmeyen bölgedeyim
( zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim )
Aah şimdi been, zamanın beni sancıya mıhlaığı yerdeyim !! Gecee !!
Dün gece, senin evlenecegin kadınla yattıgımı sana nasıl anlatabilirim ?
( bileklerimi keserek intihar etmeyi düşündüm )
Dün gece senin hoşlanıdıgn kadınla yattıgımı sana nasıl anlatabilirim ?
( onu(?) düşünmekten sıkıldım )
Ona dokundugumu sana nası söyleyebilirim ?
( söyleyin !! )( sss siktir git(?), evet..) (03.35)( bütün bir gün uzaklardaydim )
Onun eti, benim vücüdumun altında titrerken,
( elime jilet alıp, saçlarımı yavaş yavaş kazımaya başladım )
Neler düşündügümü sana nasıl açıklayabilirim ?
( açıklayabilirim..)( delirdigimi ya da ona yakın hissettigimi dusunuyordum )
Teypte Cansever, ve onun tok sesi..
( niye düşünüyorum ! aoff )( lanet olsun !! lanet olsun !! )
Tüm gücümü toplamıştım bütün bunları sana anlatmak için
Tam o sırada bana baktın, ve telefon acı acı inledi
( sessizce bir şey düşünememin delirmek olduguna inanmaya başlamıştım )
Konuştuktan sonra bana şöyle dedin :" Onun beni düşünmesi, buraya gelecek olması, daha doğrusu yanımda olması( korkmuyorum..korkmuyorum... )bana içten içe...
Büyük bir mutluluk veriyor !!! "
(Söyleme ! Söylememek, söylemekten daha dürüstcedir ! Bunu Unutma !! )
Şimdi ben, zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim ! )
(Söyleme ! Söylememek, söylemekten daha dürüstcedir ! Bunu Unutma !! )
Aah şimdi been, zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim( Unutmaa !! )
Gece inanılmayan bir dinin, ebedi misyoneridir bekleyenin gövdesi içinde !( Unutmaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa !!!!!! )
Ve şimdi ben, doğumla ölüm arasındaaa o bilinmeyen bölgedeyim
(Söylememek, söylemekten daha dürüstcedir)
Aaah şimdi ben !! Zamanın beni sancıya mıhladıgı yerdeyim !!!
(Söylememek, söylemekten daha dürüstcedir, bunu unutma ! bunu unutmaa..)
Gel bunu beni, gel , gel kafir ! Gel hisset beni !
Gece inanılmayan bir dinin..Ebedi misyoneri bekleyenin gövdesi içinde..
Şimdi ben, zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim..Dogumla ölüm arasındaa..o bilinmeyen bölgedeyim...
( açlığa alışıyor insan, peki ya deliliğe alışabilir mi ? )
Şimdi ben, zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim..dogumla ölüm arasında..o bilimeyen bölgedeyim..
( gel..gel, bul beni..)
Şimdi sen !! sonsuz şeritli bir yolun...eennn sol tarafındasın...Ve hızla ilerliyorsun...Huzura dogru ! Erdeme doğru !
( açlığa alışıyor insan ! peki ya deliliğe alışabilir mi ? )
Ama ben, zamanın beni sancıya mıhladıgı yerdeyim
Tatlım ama ben, zamanın beni sancıya mıhladıgı yerdeyim
Ölümle doğum arasında..O bilinmeyen bölgedeyim..
Gece.. ( gece ), inanılmayan bir dinin edebi misyoneri...bekleyenin gövdesi içinde..
Gece bir sızıntı..kirletilmeyen insanlardan ve o benim içimde...benim gövdemin içinde...
Şimdi ben !!Şimdi ben !!Şimdi ben !!!!!

Eğer bir yanlış yapıcaksan,bari onu doğru yap...